Hayatını değiştirme kararı almış bir adamın hikayesini yaşarken yazdığı para kazanma, hayallerini gerçekleştirme sürecinde başına gelenleri paylaştığı bir yazı dizisi. Hem yeni bilgiler öğrenecek, hem de hikayenin parçası olacaksınız.
network marketing etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
network marketing etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Şubat 2014 Pazartesi
Doğru Yerden Bakmak
Bugünlerde birçok arkadaşımdan anlattıkları, sattıkları, sundukları işlere en yakın arkadaşlarının bile sırt döndüğünü duyuyorum. Hatta bundan alınıp arkadaşlarıyla ilişkisini kesmeyi düşünenlere bile rastladım. Nasıl bir insana bu kadar kolay arkanı dönebilirsin? Sen bu kadar çabuk ondan vazgeçebiliyorsan, ne kadar yola çıkılabilir bir adam olursun?
Sorun aslında cevapta değil, o cevaba nereden baktığındadır.
Sen sorguluyor zannediyorsun, oysa o "güvenmek istiyorum" diyor.
"Bana nasıl güvenmiyor ona bu işi ben sunuyorum" diyorsun, oysa o "bana nedenimi bulmama yardım et" diyor.
Dinlemeyi seçmiyorsun sadece konuşarak onu nasıl anlayabilirsin? Nasıl seninle çalışabileceğini düşünebilirsin? KİM SÖZ SAHİBİ OLAMADIĞI BİR İŞİN ORTAĞI OLMAK İSTER Kİ?
Sen işe inanmışsın, karşındakine de inanmalısın. Kendine bu iş sadece konuşan ve ani reaksiyonlar veren biri tarafından getirildiğini düşün.
"HİÇ KİMSE GÖRMEK İSTEMEYEN KADAR KÖR DEĞİLDİR"
Duy sadece dinle. Bakış açın değiştiğinde cevaplar sana bu kadar ters gelmeyecek, hatta itirazlarına mutlu bile olacaksın, bu körü körüne değil en az seninle birlikte bu yolda her şeyi bilerek, isteyerek çarpışacak yeni bir savaşçıya dönüşecek demektir. Gözlerine uyku girmeyen gecelerinde o dost seninle birlikte olacak. Her şey durduğunda, beklentilerinin altında kaldığında o durmayacak, ayakta kalma gücünü ondan alacaksın.
Dinle mutlaka duyacaksın.
26 Aralık 2013 Perşembe
Zaman Kaldıracı
İlk kez ZAMAN KALDIRACI kelimesini duyduğumda açıkçası ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Hala da işlevini öğrenmekle geçiyor zamanım. Tam da EKLEME ile KATLAMA arasındaki farkı öğrendiğim sıralarda bu yazıyı yazma gereği duydum.
Türkçe kaynakların hangisine bakarsanız bakın "zaman kaldıracı" denince hemen hemen hepsinde şu ibareyi göreceksiniz "1 kişinin 100 saat çalışması yerine 100 kişinin 1'er saat çalışması". Peki bu kadar muhteşem bir tabir, Robert Kiyosaki'ye göre "zenginliğin formülü" bu kadar basit geçiştirilmeli mi?
"Kendi işini yapmak, zengin olmak, başarılı olmak, yüksek kariyerler yapmak, özgür olmak, ailesine daha fazla zaman ayırmak, ayakları üzerinde durmak, ne kadar ve ne zaman çalışacağına kendisi karar vermek" gibi kendi nedenlerini arayan insanlar için tek yol ZAMAN KALDIRACINI doğru kullanmaktır. Peki aslında nedir? Ne işe yarar? Nasıl etkili olur? En önemlisi de NASIL KENDİ ZAMAN KALDIRACINA sahip olabilirsin?
Zaman telafisi olmayan tek sermayemiz. Ne ile uğraştığının hiç önemi yok ne yaparsan yap, ne kadar para, şöhret vs. kazanırsan kazan, ya da kaybet hiç fark etmez. Zamandan her şekilde kaybedeceksin. Bu sermaye günümüzde insanların bir çoğu tarafından hep aynı şekilde değerlendiriliyor. İnsanlar doğuyor ergenlik çağlarına kadar harika hayaller kuruyorlar. Pilot, doktor, bilim adamı olmak, zengin olmak, helikopter almak, dünyanın en iyi futbolcusu, en popüler şarkıcısı olmak istiyorlar. Sonra okullarda onlara böyle hayaller kurmaması gerektiği öğretiliyor. Onlardan 100-200 soru içerisinden yapabildikleri kadar gereksiz soruları doğru cevaplayıp öğretmen, mühendis, ama ne olursa olsun düzenli bir işe sahip olmaları isteniyor. Sınavlar bitiyor hayaller köreliyor. Köleliklerini kutluyorlar insanların ne acı! Kazanamayanların durumu daha da içler acısı, onlar hem başaramamış olmanın psikolojisine hem de bundan sonra ancak ay sonun getirecekleri bir iş bulma telaşesine düşüyorlar. Zaman onları daha da köreltiyor. Peki doğru olan bu mu?
HAYALLERİNİZDEN VAZGEÇMENİZ İÇİN ALDIĞINIZ İLK MAAŞ NE KADARDI?
YA DA HAYALLERİNİZİ KAÇ PARAYA SATARSINIZ?
Bu soruları farklı bir kaç yayında okuduğumda ilk başta sadece etkili bir soru yöntemi olarak görmüş, yeterince önemsememiştim. Sonraki aylarda ise resmen en çok kullandığım kalıplar haline dönüştü. Benimki 750 TL idi. Her şeyden vazgeçmem için bu kadarı bile yetmişti. Hem de -19 C'de üzerimde uyduruk kirli bir önlük ile kimsenin adını bile bilmediği bir çikolata fabrikasında çalışırken buldum kendimi. Aylarca çalıştım karşı koymadan. Adımın önünde SORUMLU MÜDÜR yazıyordu. Kendimi idare edemiyordum. Her şeyin elle yapıldığı sanayi inkılabının ilk makineleriyle (!) kurulmuş fabrikamda, düzenin en basit anlamda kölesiydim. Oysa daha birkaç yıl önce yurt dışına çıkıp alanımda uzmanlaşmak, döndüğümde kurumsal bir firmada refaha (!) ermek istiyordum. AÇTIM. Başarmak istiyordum.
Çalışkanlıktan mı azmimden mi aptallıktan mı bilmem ama bir kaç ay sonra işler değişti. Bir gün patron, üzerinde beyaz önlüğüyle sıcak yuvasından kalkıp bizim soğuk imalathaneye geldi. Kendine has aksanıyla "Sen satış yapmayı biliyong mu?" diye sordu.
"Evet, üniversitede ve sonrasında askere gidene kadar sürekli satış işlerinde çalıştım?"
"Bizim depo ağzına kadar mal dolu haydi git sat?"
"Nasıl yani?"
"Seni hem mesul müdür, hem de satış müdürü yaptım, haydi hayırlı olsun."
Döndü arkasını gitti. Bunun Türkçesi şuydu; sen eğer satış yaparsan ben 2 kişinin hem sosyal haklarını hem de maaşını vermek yerine sana zam yapar seni mutlu ederim, hem de bir adamı yönetmek iki kişiden kolaydır. İki mutsuz çalışan yerine genç ve aç tek adam. Eve koşarak gittim artık hayallerimi o gün için farketmesem de 2 katına satacaktım, tabii biraz da kötü kalitede çikolata satmam gerekiyordu. Evde kanepeye uzandım. Artık dışarıda arada bir de olsa yemek yiyebilir, bu maaşla 2 yıla kalmaz 10-11 yaşlarında bir araba alabilirdim. Mutluluk buydu. Sadece 1 ay sürdü, o mutluluk. Tekrardan yoksulluk döngüsündeydim. Çünkü sistem ara vermeden sana kısmi artışlarla birlikte sürekli harcamanı öneriyordu. ÇALIŞ-KAZAN-HARCA döngüsü hep başa sarıyordu. Hem de artık daha çok çalışmalıydım. Ve patronlarımın kimseye satamadıkları bir depo dolusu kötü kalitede yüksek fiyatta çikolatam vardı.
Ama gözlerim artık her şeyi daha farklı görüyordu. Satmam gereken 7-8 ton çikolata tamamen satılırsa maliyet hesabından firmaya 200-300 bin TL para kazandıracaktı. Onlar muhtemelen o süreçte o depoya yeni ürünleri doldurup, benim mevcut yaptığım satışa homurdanıp "nasıl 8-10 ton satarım" onu konuşacaklardı. Benim tarafımdan baktığında ise ben 1500 TL kazanacak görevini yapmış ama üzerinde beklentiler artmış bir birey olarak bir sonraki aya hazırlanacaktım. Bu döngü yıllar yılı devam edecek ve ben "BAŞKALARININ HAYALLERİNİ" gerçekleştirecektim. Patronlarım yeni araziler, makineler, çocukları için arabalar, yeni yazlıklar alacak, varlıklarına varlıklar katacaklardı. Ben yine de "EN AZINDAN BİR İŞİM VAR, AY SONUNDA MAAŞIM VAR" diye hayatıma küçük dünyamda devam edecektim.
Peki bu nasıl değişecekti?
Kul sıkışmadıkça Hızır yetişmezmiş. Bir gün ben yine bu düşüncelere dalmışken ve bir yandan da hem İngilizcemi hem de satış yeteneklerimi geliştirmeye çalışırken, çok sevdiğim ve kardeş gibi gördüğüm, hatta benzer hayatları birbirine paralel yaşadığımız bir arkadaşım aradı. Telefonda sesi heyecanlıydı. Kurumsal yabancı kökenli bir firma ile iş görüşmesi yapmış, çok olumlu geçmiş hatta oracıkta ona iş teklif etmişlerdi. Yapacağı iş Departman Şefliğiydi. Bana alacağı maaştan, sosyal haklardan, çalışma saatlerinden, imkanlarından öyle bahsetti ki, benim hayallerimin işi kafamda o oluverdi, hem de o anda. Haftada 5 gün çalışacaktı, ki ben 6 gün çalışıyordum, eğer iş seyahatlerim de Pazara denk geliyorsa iznimi kullanamıyordum. Bu bile rüya gibi gelmişti bana. Ben ne yapıp edip oraya girmeliydim. Türkiye'nin her yerinde yepyeni bir oluşumları vardı ve Gıda Mühendislerine yasal parayı yatıran doğru dürüst 3-4 firmadan birisiydi, nereden ilanını görsem başvurdum. İlk iş görüşmesine çağrıldığımda 2 aydan fazla süre geçmişti. Gittim, reddedildim. İkinci görüşmeye çağrılmam farklı bir şehirde ve yine 1 aydan fazla süre sonra oldu. Gittim gemilerimi yakmıştım o işi alacaktım. Biliyordum. AÇTIM. İnsan kaynakları, bugün baktığımda bir avuç para için, ama o günlerde bana çok büyük gelen bir meblağ uğruna beni terlettikçe terletiyordu. Ama kaybedecek bir şeyiniz yoksa ve açsanız karşınızdaki ne kadar yırtıcı olursa olsun, sizi alt edemez. Ben iş görüşmesi yaparken 3-4 meslektaşım heyecanla dışarıda bekliyordu, hepsini kibarca yolladılar. Çünkü aradıkları bendim.
Bütün ailem mutluluk içindeydi. Yıllar sonra benim geleceğim konusunda kaygılanmayı bırakmışlardı. Evde kendinden büyük ve kendilerince başarılı 3 ağabeyin varsa üzerindeki beklentiler de normalden fazla oluyor. Bu ilk kez tersine dönmüştü. Özel sağlık sigortam, iki gün tatilim (hafta içi), yıllık izinlerim, çifte mesailerim, öğle aralarım, sosyal alanları olan bir iş yerim vardı. Zaten doğal olması gereken haklar bana verildiği için kendimi SEÇİLMİŞ gibi hissediyordum.
Sadece 3 ay sonra... İnanılmaz çalışıyordum 16-17 saatleri buluyordu mesailerim. Banka hesabımda bu emeğin karşılığını yansıtan çok da bir şey yoktu. Araba almış onun borcunu ödüyordum. Fazla kazandıkça İSTEKLERİMİN KÖLESİ oluyor, yeni bir araba, telefon ve mümkünse bir ev almak için borçlanmayı göze alıyordum. Sistem beni hem daha çok çalıştırıp hem de bana sahip oluyordu. Bütün ailem KPSS'ye girip acilen devlete memur olarak girmem, aslında "SIRTIMI DEVLETE YASLAMAM" konusunda hem fikirdi. Bu sırtı yaslamak konusu hep ilgimi çekmiştir zaten! Bundan sonrasını kısa geçeceğim. Benzer döngü. "Sürekli bir sonraki işe gir, malik gibi çalış, köle kadar kazan, özgürlüğünü sat, mutlu gibi gülümse". Ait olmadığın, istemediğin hayatı yaşamak hem de bedelsiz.
KPSS'den 90'a yakın bir puan aldım. Ben gıda mühendisiyim tabii ki gıda denetimlerini Ziraat Mühendisleri, Veterinerler, Zabıtalar ve Uğur Dündar yapmalıydı. Hatta birkaç yıldır Uğur Dündar bu işi yapmıyor, ondan boşalan yeri dolduralım dedik, o da olmadı. Biz 90 lara yakın puanlarla giremezken bu arkadaşlar 60-70 puanlarla "sırtlarını devlete dayadılar".
Özel sektörden başka çaren yoksa, kaçınılmazsa, zevk almaya bakacaksın. Öyle yaptım ilk iş görüşmemde işi aldım. Artık profesyonelleşiyoruz, yenilmek zayıf yanlarımızı güçlendirme hissi uyandırıyor. Satış tek çözüm gibi görünüyordu. Bir gıda hammaddesi firmasında Satış Mühendisliği poziyonunda çalıştım. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılar, tonlarca satış yaptım. Patronum memnun değildi. 300-400 bin TL değerindeki arabası çok yakıyordu, o ve diğer arabalarının ihtiyacını ona göre karşılayamıyordum. Adam haklıydı!
O süreçte çok farklı bir sektörden, çok farklı tipte bir patrondan çok iyi bir teklif geldi. Bir nebze özgürlük ve misliyle kazanç. Artık derdim kazanmak değildi tam olarak, bu sefer NEDENLERİMİ ortaya koymuştum
-daha fazla zaman
-maddi özgürlük
-dünyayı dolaşmak
-kendime ait patronsuz bir hayat
-erken emeklilik
-istediğim yerde istediğim zamanda yaşamak.
Bütün bunları birkaç yıl çalışarak kazanabileceğim bir iş teklifi. Çok da düşünmedim tabi. Yönetim kadrosuna etkileyici bir sunum yaptım Turizm-Gayrimenkul sektöründe tam olarak hayata geçirilememiş bir uygulamaydı bu, başka bir deyişle iki sistemi birbirine entegre etmem gerekiyordu. Yüzlerce satışı sistem kendi kendine yapacak, müşterilerim aynı zamanda satış personellerim olacaktı, plan kusursuz işlerse 2-3 yıl içerisinde ÇIKIŞ PLANIM hazırdı. İlk etapta inanılmaz bir etki oluşturdu. Ekibin üzerinde ama zamanla hiç bir şey istediğimiz gibi gitmedi. Firma yatırımlarını ve projelerini geciktirdikçe müşteriler kızıyor, kızdıkça sadakatleri ve ürüne dair inançları azalıyor otomatik olarak başkasını bu sisteme referans olarak vermiyordu. Zaman aleyhime işliyor, satışlar neredeyse hiç olmuyordu. Patron kızıyor, yönetim de onu bana karşı dolduruyordu. YAPAMAMAK ilk kez beni bu kadar bunaltmıştı. Geçmişte işlerimden ya yetmediği ya sevmediğim ya da her ikisi yüzünden kendim ayrılmıştım. Bu sefer büyük bir çoğunluğu benden kaynaklanmasa da departmanım çalışamıyor, skora emekler yansımıyor ve BAŞARISIZ oluyordum. Bu da seni el üstünde tutanların 180 derece ne kadar hızlı döndüğünün hikayesidir. Artık ben ve sistemim işlevsiz ve fazlalık olarak görünüyor, göze batıyordu. ADANMIŞLIK VARSA MAZERET YOKTUR. İşi yapamıyordum ama özünde zamanla sevmediğimi fark ettim. Asıl sorun buydu. Kendimi ait hissetmediğim için sadece yatırımcılara, şirkete hatta velinimetim müşterilere suç atıyordum.Yeni bir "çıkış planı" lazımdı bana. Kuralları nasipse ben koymalıydım. Ama nasıl?
HER ŞEYİ BİR TELEFON DEĞİŞTİREBİLİR. Eğer bu yazıyı buraya kadar sabredip okuduysan lütfen buna dikkat et. ULAŞILABİLİR OL! Dış dünyadan gelecek her teklif sana ulaşma süreciyle ilgilidir. Yeni bir iş, bir fırsat, farklı bir seçenek ya da kandırmaca! Bunun ayrımına sen karar vereceksin. Ön yargılarını bir kenara bırak ve mutlaka karşındakini DİNLE! Ben öyle yapmadım. Çok sevdiğim bir arkadaşım inanılmaz bir heyecanla;
"Emre neredesin?"
"İşteyim"
"Kuzen sana bir süprizim var 19:00 da şurada bekliyorum, gel".
Telefon kapandığında ne görüştüğümüzü ne yapacağımızı anlayamamıştım bile. Kabul etmemi de beklememişti zaten, kararlılıkla. Gittim. Ben gerçek kuzenimin İstanbul'a geldiğini onunla sürpriz yapacağını sanmıştım. Oysa hiç tanımadığım bir adamla karşıladı beni. On beş dakika muhabbet ettik. Sonunda bana bir işten bahsettiler. İnanılmaz olumsuz karşıladım, hatta arkadaşıma içimden biraz bozuldum. Bu işler bana göre değildi. Geçmişte benzerlerini duymuş ve çok HAYAL KIRIKLIĞINA uğramıştım. O güler yüzler, işin içine girdikten sonra yüzünüze bakmaz, sıkıştığınızda telefonlarınızı açmazdı. Ve zamanım da yoktu. Kibarca işi anlatmalarını bir yerden sonra engelleyip, eşimin de rahatsızlığından dolayı fazla vaktim olmadığı için hızlı bir şekilde ayrıldım oradan. Ama aklımda bir kaç kırıntı kaldı ve bu beni 1 hafta kadar oyalayacak çok etkili bir virüstü. Bir hafta her detayına kadar bu sahtekarları(!) araştırdım. Ben konuya böyle bakıyordum. Bir hafta sonra sunuma söz verdiğim için eşimle katıldım. Eşim çok hızlı karar vermeyen ve genelde tercihini bu tip şeylerde yanılmamak için olumsuzdan yana kullanan, bu sayede benim ani hareket etmemi engelleyip ayaklarımı yere bastıran bir kadındır. Bu huyuna bayılırım. Çıktığımızda onun söyleyecekleri benim sunumdaki tespitlerimden daha önemliydi. Ama beni inanılmaz yanılttı. O çıktığında bu işi nasıl yapacağını düşünmeye başlamıştı bile.
Sunumda ZAMAN KALDIRACI kısmını anlatana kadar anlattıklarının benim için hiçbir anlamı yoktu açıkçası. Kendimi daha oraya gitmeden negatif kurmuştum. İKNA EDİLEMEZDİM. İşin enteresan yanı beni hiç kimse ikna etmedi. Robert Kiyosaki ve Donald Trump dışında. Onlar bahsetmişlerdi bu dahiyane "ZENGİNLİK FORMÜLÜNDEN". Fikir basit ve mükemmeldi, tam olması gerektiği gibi. Zengin olmak için "ya Otel yaptıracaktım, ya Fabrika kuracaktım, ya bir Futbol Kulübü alacaktım, ya da Özel Okullarım olacaktı". Çünkü bunların her biri kendi içinde sistemleri kurulu olan ve direk çalışmak yerine doğru takip ve strateji ile eğer ekonomik düzene ve trendlere uygunsa "zaman kaldıracı" olan yatırımlardı. Ama bir sorun vardı: bunları yapabilmek için zaten zengin olmanız gerekiyordu. Bu sadece zenginler için geçerli olan bir zaman kaldıracı ya da zenginlik formülüydü. Ama bu adamlar bunun başka bir yolunun daha olduğundan bahsetmişlerdi kitapta. Düşük sermaye ile herkesin kurabileceği, hızla yayılan ve etkinliği sistematik olarak artan PASİF KAZANÇ emeklerin hızla kazançlara dönüştüğü, zamanla daha az emek harcayarak NEDENLERİNİZ uğruna kazanabileceğiz bir sistemdi bu. Benim için kelimelerin bittiği yer orasıydı. "Bir kişinin 100 saat çalışması yerine, 100 kişinin 1'er saat çalışması"
Bu mümkün müydü? Ben de kendi ZAMAN KALDIRACIMA sahip olabilir miydim?
Ön yargılarım, korkularım, beynimdeki çöpler, hayal kırıklıklarım, amaçsız yaşam tarzım, çevre baskısı o ana kadar geçerliydi, ama artık hiçbir değerleri yoktu. İstiyordum, yapabilirdim. Beynime çöpler atanlar, etrafımda bana bu işin olmayacağını söyleyenler benim geleceğimi garanti edemiyorlardı. ONLAR HAYATLARINDA NEYİ BAŞARMIŞLARDI? Faturalarım, ödemelerim, kiram, mutfak masraflarım, yakıt harcamalarım vb. benimle baş başaydı ve beni ilgilendiriyordu. "Bu fikir de benimle beni ilgilendiriyor". Şirket ve geçmişini de detaylı araştırıp "ya Bismillah ya Allah" deyip eşimle birlikte girdik bu işe. Eee, biz her zaferine "bu nidalarla" koşmuş bir milletin, coğrafyanın evlatlarıyız.
Peki zaman kaldıracımı kurabildim mi?
Henüz değil. Çünkü hatırlatma amacıyla yazıyorum, ben başarıp başaramadıklarını yıllar sonra yazıya dökmüyorum. Bu yazdıklarım şu anda gerçekleşiyor. En azından ben hayallerim için yola çıktım, bir adım attım, gün geçtikçe hikayelerimi ve öğrendiklerimi burada yazacağım. Az kaldığını hissediyorum.
YA SİZ KENDİ HAYALLERİNİZ İÇİN NE YAPIYORSUNUZ?
devamı gelecek...
Etiketler:
amway,
ek gelir,
hayatını değiştirmek,
herbalife,
iyi fikirler,
kolay para,
kölelik,
maaş sıkıntısı,
mega,
network marketing,
para kazanmak,
para nasıl kazanılır?,
robert kiyosaki,
zaman kaldıracı
14 Kasım 2013 Perşembe
Hayatını değiştirmek isteyen "İNSAN"
Kendimize bahaneler uydurmaktan daha iyi bildiğimiz bir şey yoktur herhalde. Geçmişte yaşadıklarımızın, bütün yaşadıklarımızın, hayal kırıklarının altında hep biz varız. Ben ve benim kötü seçimlerim. O her önüne çıkan fırsatı ön yargılarıyla, çok bilmişlikleriyle iten, ters çeviren BEN. Oysa dünyadaki en değerli varlık insandır hiç şüphesiz, o insanlığın da en değerlisi "BEN".
Yıllarca bunun böyle olmadığını söylediler. Eminim direk söylemediler bunu.
"Sana uygun gördüğümüz maaş dilimi ...."
"Senin yerinde olmak isteyen dışarıda kaç kişi var biliyor musun?"
"Sen o bölümde yapamazsın, git şunu oku" (favorimdir, mimarlık hayali kurarken gıda mühendisliği okudum)
"O kız fazla güzel şu tam sana göre"
"Komşunun oğlu ......." (bu da çok iyidir)
"..........." (bazen cümle bile kuramaz oraya nasıl oturduğu henüz bilinemeyen tarih öncesinden kalma yönetici)
ve daha niceleri. Peki öyle midir? Söyledikleri gibi yapamaz mıydık? O maaşı almak için dışarıdaki binlerce insandan hiç mi farkımız yok? İlkokulda ağaç çizemedin diye hayalini kurduğun mesleği yapamayacağını söylediklerinde sence çok mu haklılar? Ya da bu hayat senin hayatınsa kararları neden hep başkaları veriyor?
BUNA NEDEN İZİN VERİYORSUN?
Bu senin filmin, senin senaryon neden başkasına başroller veriyorsun? Hayatını değiştirmeye çevrenden, işinden, şehrinden, tuttuğun takımdan değil, KENDİNDEN başla. Çünkü bu sözleri söyleten, başkalarının boyunduruğunu kabul eden sensin. Sistemler seni köleleştirmek için var. Patronlar nefes almana yetecek kadar verecekler, kendileri ise nefes alamayacakları kadar dolduracaklar o midelerini.
"Sıradan bir insanım ben nasıl bu düzeni bozarım?" deme, BUGÜN şu anda başla. Aynaya bak onlara ne kadar yanıldıklarını ispat etmek için kendine söz ver. Değişim başlayacak. Emin ol. Yarın sen, bugünden farklı olacaksın söz veriyorum.
Yıllarca bunun böyle olmadığını söylediler. Eminim direk söylemediler bunu.
"Sana uygun gördüğümüz maaş dilimi ...."
"Senin yerinde olmak isteyen dışarıda kaç kişi var biliyor musun?"
"Sen o bölümde yapamazsın, git şunu oku" (favorimdir, mimarlık hayali kurarken gıda mühendisliği okudum)
"O kız fazla güzel şu tam sana göre"
"Komşunun oğlu ......." (bu da çok iyidir)
"..........." (bazen cümle bile kuramaz oraya nasıl oturduğu henüz bilinemeyen tarih öncesinden kalma yönetici)
ve daha niceleri. Peki öyle midir? Söyledikleri gibi yapamaz mıydık? O maaşı almak için dışarıdaki binlerce insandan hiç mi farkımız yok? İlkokulda ağaç çizemedin diye hayalini kurduğun mesleği yapamayacağını söylediklerinde sence çok mu haklılar? Ya da bu hayat senin hayatınsa kararları neden hep başkaları veriyor?
BUNA NEDEN İZİN VERİYORSUN?
Bu senin filmin, senin senaryon neden başkasına başroller veriyorsun? Hayatını değiştirmeye çevrenden, işinden, şehrinden, tuttuğun takımdan değil, KENDİNDEN başla. Çünkü bu sözleri söyleten, başkalarının boyunduruğunu kabul eden sensin. Sistemler seni köleleştirmek için var. Patronlar nefes almana yetecek kadar verecekler, kendileri ise nefes alamayacakları kadar dolduracaklar o midelerini.
"Sıradan bir insanım ben nasıl bu düzeni bozarım?" deme, BUGÜN şu anda başla. Aynaya bak onlara ne kadar yanıldıklarını ispat etmek için kendine söz ver. Değişim başlayacak. Emin ol. Yarın sen, bugünden farklı olacaksın söz veriyorum.
25 Eylül 2013 Çarşamba
Fikir "ilk damla"
Etrafınızda size milyonları çok hızlı bir şekilde kısa sürede kazanabileceğinizi söyleyen insanlar elbette olacaklar. Hayalleri için yaşayan ve çoğunu gerçekleştiremeden ölen insanlarız, biz. Resimdeki gibi paranın gökten yağmasını bekleyen arkadaşlara tek sözüm "beklemeye devam etsinler" çünkü hak edilmemiş bir kazancın beklentisindeler. Ve bu asla olmayacak.
Peki "şans, kader, kısmet, nasip" inanç veya bakış açınıza göre siz ne derseniz deyin nasıl gelecek? Madem o bizi henüz bulmadı, biz ona nasıl gidebiliriz?
Fikriniz olacak. Her şeyden önce müthiş olduğuna inandığınız bir "FİKİR"... O göle düşen su damlası gibi dalga dalga büyümeli, her açıdan aklınıza yatmalı. Her yönüyle kabul etmediğiniz, kendinizin tamamen kabullenmediği bir fikri nasıl başkalarına kabul ettirebilirsiniz? Fikriniz olmalı her yönüyle heyecanlandıran, her düşündüğünüzde gelişen, kendini yenileyen, çürütülemeyen bir FİKİR. Yok mu? İzlemeye geçeceksiniz hayatı, olayları, her şeyi izleyin. Hayatın akışı mutlaka onu karşınıza çıkaracak. Sıfırdan hiç kullanılmamış olmasına gerek yok. Doğru işlenmemiş bir cevherde olabilir. Google ilk arama motoru değildi ama şu an bir çok insan onun dışında bir arama motorunu bilmiyor, hatta arama motorunun ne demek olduğunu da bilmiyor. Elbette ilk çok kıymetlidir ama var olanın daha iyisini yapmak bir adım ileriye götürmek de büyük bir başarıdır.
O fikir işlendikçe en kıymetli halini alır, kusursuzlaşır ve usta bir heykeltraşın son eserine dönüşür. Bazen "artık daha iyisi olamazdı" bile dedirtir. O nokta en çok ulaşmak istediğimiz yer, en büyük hedefimizdir.
Bütün gerçekleşsin-gerçekleşmesin hedeflerimizin, hayallerimizin başlangıç noktası o FİKİRdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)